HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU (BÜLENT İPLİKÇİOĞLU)
İSKENDER’DEN ARDILLARINA (M.Ö. 334–281)
M.Ö. 546 yılından beri Pers Akhaimenes Oğulları Sülalesi yönetiminde bulunan Anadolu, uzun süre, Pers Barışı’nın ('Pax Persica') nimetlerinden yararlanmıştı. Tersi akla gelebilirse de, bölgenin ekonomik durumu uzun bir zaman parçası içinde incelenirse görülür ki, gerçekte, Anadolu M.Ö. 6.–4. yüzyıllarda - savaşlara rağmen - gelişmiş, zenginleşmişti. Buna karşı, en kötü dönem M.Ö. 478–410 yılları arasındaki sözde kurtuluş dönemine rastlar. Çünkü o yıllarda sitelerin çoğu, aslında, Attika-Delos Deniz Birliği aracılığıyla Atina egemenliği altına girmişti ve onun tarafından istismar ediliyordu. Yani, son tahlilde öyle pek baskıcı olmadığı anlaşılan Pers egemenliğine pek uyum göstermiş olan özellikle Batı Anadolu’daki Hellen ‘polis’lerinde çok güçlü bir kurtulma, kurtarılma hevesi bulunduğundan emin olamayız.
Dizinin ilerleyen bölümlerinde Anadolu’nun M.Ö. 4. yüzyılın sonundaki durumuna özellikle döneceğim. Ve bunu da en çok kültür alanında Persler’in katkılarını, Hellen etkilerinin ve yerli sentezlerin ne olduğunu açıklığa kavuşturmak için yapacağım. Bu bölümü, yalnızca, İskender’in Anadolu’yu fethinden önce ve sonraki siyasal ve yönetimsel konulara ayırmak istiyorum:
Akhaimenes Oğulları Dönemi Anadolu’sunda Örgütlenme:
Herodotos'a göre imparatorluğu yirmi tane satraplığa ayırarak kesin biçimde örgütleyen, Pers Kralı I. Dareios olmuştur. Satraplıkların yüzölçümleri hiç de eşit değildi. Amaçlanan, daha çok, 700 talentlik Mısır ile 1000 talentlik Babylonia dışında, çoğunluğu 400 ile 700 talent arasında bir vergi ödeyen birbirine yakın mali birimler oluşturmaktı. Yalnızca Anadolu’da beş tane, yani tümün dörtte biri kadar satraplık kurulmuştu. Halbuki Pers İmparatorluğu’nun tüm topraklarının yüzölçümü ile karşılaştırılırsa, Anadolu toprakları bunun ancak onda birini biraz geçer. Söz konusu beş satraplık, Herodotos’un verdiğı sıra numaralarına göre şunlardır:
I: Ionia, Karia, Lykia ve Pamphylia (400 talent);
II: Lydia ve Mysia (500 talent);
III: Hellespontos, Bithynia ve Paphlagonia (360 talent);
IV: Kilikia (500 talent);
XIV: Kappadokia(600 talent).
Bunlara Kuzeydoğu Anadolu bölgesinin bir bölümüyle Kafkasya’yı içeren XIII numaralı Armenia ve Pontos satraplıklarını da (400 talent) katabiliriz.
Bu satraplıklar Pers Büyük Kralı tarafından atanmış Pers soylularınca yönetilirdi ama, bunların görece bir bağımsızlıkları da vardı. Eldeki bilgiler, tüm 4. yüzyıl boyunca Çanakkale Phrygia'sını tek bir satrap hanedanının yönettiğini gösteriyor. Aynı olguya Kappadokia’da da, Kilikia’da da rastlanır. Her satrap, oldukça kalabalık Pers garnizonlarına dayanırdı. Bu garnizonlar, yalnızca açıkta, kırlık kesimde kurulmuş tabyalarda değil, aynı zamanda kentlerde, Daskyleion ve Sardes gibi satraplık başkentlerinde ve Miletos, Ephesos gibi belli başlı Hellen sitelerinde de olmak üzere, toprakların tümü üzerinde yayılmış durumdaydı.
Akhaimenes Oğullarının bu varlığı ne yönetimsel ne siyasal bakımdan bir tek biçimlilik yaratmamıştı. Büyük Kral’ın ilgisi her şeyden önce vergiye yönelikti. Yerel örgütlenme biçimlerine saygı gösterdikçe, onlardan sapmadıkça vergi gelirine zarar vermeksizin yönetimde kullanacağı personelden tasarruf edebiliyordu. Anadolu’nun iç bölgesinde durumun nasıl olduğu büyük ölçüde karanlıkta kalsa da, batıyla ilgili birtakım gözlemlerden söz edilebilir.
Bir yandan, satraplıklara vergi bakımından ait oldukları için, kendi kendilerini yöneten hemen hemen özerk prenslikler vardı. Karia’da Hekatomnos Oğulları’nın yönetimindeki Halikarnassos’ta ve Ksantos prenslerinin yönetimindeki Lykia’da durum böyleydi. Öte yandan, Hellenler kendi geleneksel ‘polis’ örgütlenmelerini bozmamışlardı. M.Ö. 411–410 yıllarına doğru yeniden Pers egemenliği altına girmiş ve Büyük Kral’ın imzaladığı barışla Hellas Hellenleri’nce resmen Pers yönetimine bırakılmış olan Anadolu Hellenleri’nin, içinde bulundukları durumdan öyle pek de sıkıntı çekmedikleri söylenebilir. İleride, bu dönemin Anadolu Hellenleri için nasıl bir yeniden canlanma, yeniden zenginleşme dönemi olduğunu göreceğiz. Fakat şimdiden işaret etmek gerekir ki, Persler’e karşı politik bir muhalefetin ortaya çıktığını gösterecek elimizde bir bilgi ve kanıt yoktur. Isokrates’in, Atina yurttaşlarını Anadolu’daki kardeşlerini kurtarmaya çağıran ateşli söylevleri, o yurttaşların bir istemine de yanıt değildi. O Hellenler arasından Pers donanması amirali ve krallığın en önde gelen kişilerinden biri olan Rodoslu Memnon gibi pek çoğu, Pers yönetiminde yüksek mevkilere gelmişti. Bazı Hellenler satrapların Büyük Kral’a karşı isyanına katılmışlarsa da, her iki tarafta da Hellenler bulunduğunu biliyoruz ve kabul etmemiz gerekir. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 1)
Harita: KIEPERT - Pers ve Makedon İmparatorlukları |
İskender’in “Asya Seferi” (M.Ö. 334–323)
M.Ö. 4. yüzyılın başından beri Hellas’ta Persler’e karşı açılacak ve Hellenler’in birliğini yeniden kurma olanağını verebilecek bir savaş fikri oluşmuştu. Isokrates bu düşüncenin en parlak savunucusu olmuş ve böyle bir girişim için bir baş aramıştı. Önce Atina’yı düşünmüş, sonra sadece Makedonya Kralı Philippos’un Hellenler’i başarıya götürebileceğine aklı yatmıştı. Birbiri ardı sıra Isokrates ile Philippos’un ölümlerinden sonra, Makedonya çevresindeki Hellenler’i içinde toplayan Korinthos Birliği’nce büyük bir doğu seferine çıkılması düşüncesi benimsendi. M.Ö. 336 yılında Pers gücünü eksiksiz olarak yeniden kurmaya iyice kararlı bir hükümdar olan III. Dareios’un (Dara) iktidara gelmesiyle de Hellenler’i yeniden bir korku sardı ve uyandırdı.
Çünkü, Mısır’da ve Anadolu’da çıkan ve Hellenler için görece bir bağımsızlığın oluşmasını kolaylaştıran birtakım yerel isyanlar nedeniyle yaşanan bir zayıflama döneminden sonra III. Dareios bir karşı saldırıya geçmiş ve Anadolu’nun tümünün denetimini yeniden eline geçirmişti. Dareios’un Hellas’ın içinde bile Makedonya’nın tüm karşıtlarını, Thebai’yi, Atina’yı, bir bölümü çok büyük rakamlara varan mali desteklerle yüreklendirdiği de ortaya çıkınca, İskender Korintos Birliği’ne Asya’da bir savaş açma ve Birliğin tüm üyelerinde seferberlik ilan etme kararı verdirdi. Gerçekte, Hellenler bu konuda pek de istekli değillerdi ve ancak az bir çaba göstermeye razı oldular. İskender’in, sadece Struma Irmağı’nın ağzında toplanmış ve hemen hemen tümü sitelerden sağlanmış olan filoya o kadar az güveni vardı ki, Rodoslu Memnon komutasındaki Pers filosuna karşı onu kullanmaya cesaret edemedi.
III. Dareios’un işleri eline alması Hellenler’i yeniden korkuttuğuna ve uyandırdığına göre, zaman İskender tarafından herhalde iyi seçilmiş olmalıydı. Fakat girişim tehlikeli olabilirdi. Çünkü Anadolu’da pek çok Pers garnizonu vardı ve aynı dönemde Makedonya kuzeyde barbar akınlarının tehdidi altındaydı. İskender’in generallerinden Parmenion’un başında bulunduğu barbarlara karşı bir ön sefer, birkaç köprü başı tutulmasından başka bir sonuç vermemişti.
M.Ö. 334 yılı ilkbaharında İskender Çanakkale Boğazı’nı ordusuyla geçip mızrağını Asya toprağına sapladı. Bu davranışıyla orayı eline geçirdiğini simgesel olarak göstermek istiyordu. İskender’in asıl amacının Anadolu’daki Hellenler’i kurtarma değil, Pers devletine karşı bir fetih olduğu bu davranışından çok iyi anlaşılmaktadır.
Asker sayısının yüksek olmasına (aralarında 50.000 Hellen paralı askeri de vardı) ve Rodoslu Memnon gibi yüksek nitelikli komutanların varlığına karşın, Persler geniş bir saldırıya karşı hazırlıklı değillerdi. Her satrap kendi alanını savunmakla görevliydi. Bir “bütün stratejisi” düşünmeye olanak verecek bir eşgüdüm de yoktu. Yani İskender’in Troas bölgesinde karaya çıkışı bir güçlük ve engelle karşılaşmadı. Bir yandan Hellenler bu güç gösterisini ihtiyatla seyrederken, İskender, doğrudan doğruya Ionia üzerine inmiyor, doğuya yöneliyordu. Bunu herhalde kalabalık bir Pers ordusunu arkasına almamak için yapıyordu. O orduyu aynı yılın Haziran’ında Granikos’ta yenecekti.
İskender’in seferi, yer yer baş gösteren direnmelere (Halikarnassos ve Miletos) ve ondan da önemlisi denize egemen olamayışına ve Rodoslu Memnon’un M.Ö. 334/333 kışında parlak bir karşı taarruzuna karşın bir askeri geziye dönüştü. Her ne kadar karşı taarruz parlaksa da, Memnon’un ölümü Dareios’u birliklerini toplayıp İskender’i Suriye’nin girişinde beklemeye mecbur etti.
İskender önce Pers satraplık başkenti Sardes’e, daha sonra Ionia’daki Ephesos, Miletos gibi Yunan sitelerine yürüdü. Parmenion Lydia ve Phrygia’yı denetimi altında tutarken, İskender Karia, Lykia ve Pamphylia’yı geçerek Side’ye gitti. Denize egemen olmadığı için, güney kıyısı boyunca uzanan ve geçişe elverişli olmayan kara yolundan kaçınıp Pisidia’dan ve Doğu Phrygia’dan (çözülmez diye bilinen kördüğümü keserek kahraman imgesini oluşturduğu yer: Gordion) yukarı çıkıp merkezdeki yaylayı kuzeyden dolanarak Kappadokia sınırlarına yürüdü ve daha sonra dümdüz güneye indi. Kilikia’da Tarsos’a vardı ve bölgeyi kendi egemenliği altına aldı. M.Ö. 333 yılında, Kilikia ovasının güneydoğu ucunda, Issos’ta, yeniden bir Pers ordusuyla çarpıştı. Kazandığı başarı ona Suriye ve Fenike’nin kapılarını açtı. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 2)
İskender’in Anadolu’da ve Önasya ve Mısır’da izlediği yol. |
İskender’in “Asya Seferi”nin Anadolu’daki Sınırları ve Bilançosu:
İskender’in Issos’ta Pers ordusuna karşı kazandığı başarıdan sonra da Anadolu’nun fethinin tamamlanmasına daha çok vardı. İskender Anadolu’nun kuzey ve doğu kesimlerini isteyerek ihmal etmemişti. Pers Kralı III. Dareios’un Hellas’taki güçlü diplomatik etkinliğinden çekiniyordu. Atina kıpırdanıp duruyor, Sparta Persler’e elçi heyetleri gönderiyordu. İskender’in Makedonya’daki geri üslerle arasındaki yol kesilecek diye ürktüğü açıktı. İşte bu nedenle Pers ordusuna karşı olağan molaları atlayan cebri yürüyüşe geçti. Kesin bir zafer kazanırsa Hellenler’in kaynaşmalarının son bulacağını umuyordu. Sonuçta, Anadolu’da Paphlagonia gibi bazı yerlerde yalnızca göstermelik bir boyun eğmeyle yetinmek; Bithynia, Pontos ve Kappadokia gibi bazı yerlerde de fetihten vazgeçmek zorunda kaldı.
Bu sınırlarına karşın, fetih yine de tartışma götürmeksizin ve örgütlü biçimde devam ediyordu. İskender’in simgelerden yararlanmada az rastlanır bir sezgisi vardı ve bu yönde birçok anlamlı hareketlerde bulundu. Örneğin, Çanakkale Boğazı’nı geçmekle Pers Kralı Kserxes’in M.Ö. 481 yılında katettiği yolu, tersinden almış oluyordu. Anadolu’ya geçer geçmez, hacca gider gibi Troia’yı ziyaret etmekle de hem Hellenler’i kendi yönetimi altında Homeros’taki kişilerin ‘kahramanlık’larını yinelemeye çağırıyor, hem de karşıtlarına onları nasıl bir sonun beklediğini gösterip gözdağı vermiş oluyordu. Fakat salt simgesel olan bu davranışın arkasından, Sardes’te daha somut davranışlar ve kararlar geldi.
Akhaimenes Oğulları yönetiminin Anadolu’daki merkezi olan bu kentte kendi karşıtının doğrudan varisiymiş gibi davranmaya başladı. Satraplık örgütlenmesini olduğu gibi bırakıyordu ama, yeni satrap olarak kendi adamlarını atıyordu. Anadolu’nun vergi yapısına da dokunmuyordu. Antik yazar Arrianos’un aktardığına göre, daha Granikos Muharebesi’inin hemen sonrasında halka eskiden Dareios’a verdikleri kadar miktarda vergiyi kendisine ödemelerini emretmişti. Şayet bazıları, özellikle Hellenler’in arasında bazıları, bir kurtarıcı (‘soter’) geldiğini sanmışlarsa, ola ola yalnızca efendi değiştirdiklerini kabul etmeliydiler. Zaten Anadolu’da pek çok Hellen Persler’e sadık kalmıştı. Ephesos’luların bir bölümü de Pers donanmasının komutanı Rodoslu Memnon’dan medet ummuşlardı. Herhalde, eski imparatorluk yapısının devam ettirileceğini duyurmak için Akhaimenes yönetiminin bu önemli merkezinin seçilmiş olması bir rastlantı değildi.
İskender, attığı bu adımların Anadolu Hellenleri üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek için, ülkedeki Hellen kentlerinin en parlağı olan Ephesos’ta kaldığı süre içinde halka özel bir ilgi gösterdi. Ephesos’lulara tanıdığı ayrıcalıklar arasında Persler’e ödenen verginin bundan böyle Ephesos Artemisi’ne ayrılması da vardı. Kentlerin statülerinin sürekliliğine bağlı kalacağını ilan etti. Antik yazar Diodoros’un aktarığına göre, M.Ö. 324 yılında bütün sürgünleri geri çağıran bir emirname ile sürgündekilerin dönmelerine izin verdi ve elkonulmuş mallar üzerinden elkoyma kararını kaldırdı. Arrianos’un aktardığına göre, kentlerdeki demokratik kurumları yeniden açtı. Ama buna her yerde derhal uyulmadı. Örneğin Khios (Sakız) adasında demokrasi ancak İskender’in ölümünden sonra yeniden kuruldu. İskender Anadolu’da Pers Kralı III. Dareios’un canlandırmış olduğu oligarşik düzenlemeleri de kaldırdı. Bunu yaparken, Hellen kentlerinden alınan her türlü vergiyi kaldırmaya kadar giderek kendisini Pers diktatörlüğünden kurtaran kimse olarak göstermiş oluyordu. Nihayet, Gordion’da şu ünlü düğümü de “barbar” kavimlerin elçilerinin ve kendi ordusunun önünde bir vuruşta halledince, önünde hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin direnemediği, “tanrılar sevgilisi kahraman” imgesini yarattı.
İskender’in Anadolu’ya çıkışını izleyen on yıl boyunca, Anadolu İskender’in devam eden fetih sürecinde çoğu zaman asker, at ve para sağlayacak, geride konuşlanmış bir üs niteliği gösterdi. Fakat İskender’in generallerinden birkaçı yarıda kalmış bir fethi koruma ya da tamamlama işine de giriştiler. Daha M.Ö. 333 yılında, Issos’ta yenilmiş Pers ordusundan kurtulanlar, Paphlagonia ve Kappadokia’ya sığınıp Sardes yolunu açmaya çalışıyorlardı; bir yandan da Pers donanması Miletos’u geri alıyordu. Ancak, İskender’in generallerinden “Tekgöz” Antigonos (Monophtalmos) Pers birliklerini Halys’ün (Kızılırmak) ötesine püskürtebilmiş, Pharnabazos’un donanması da önce kaçmış, sonra tümüyle yok edilmişti (M.Ö. 332).
İskender M.Ö. 323 yılında Babylonia’da öldüğünde durum bu merkezdeydi. İskender’in kurduğu imparatorluğun tümünde eski yapılar, satraplıklar, maliye bölgeleri korunmuştu. Anadolu artık tek bir maliye bölgesi oluşturuyordu. Aslında yerli halk için değişen bir şey olmamıştı. Yalnızca, Anadolu Hellenleri’ne görece bir rahatlama, bir özgürleşme izlenimi gelmişti; hukukî açıdan bakılırsa, satraplar yakınlarındaki kentleri fazla açığa vurmadan gözetim altında tutuyorlarsa da, Hellenler artık hiçbir satraba bağımlı değillerdi. Hellenistik Devir’de içinde bulundukları o pek açık olmayan özgürlük, daha doğrusu özgürlüğe benzer şey, İskender döneminin bu başlangıç aşamasında da vardı. Herhalde, daha M.Ö. 334 yılında Anadolu Hellenleri İskender’e tanrılara sunulan cinsten saygılar sunmuşlar, böylelikle kurtarıcıları (soter) gibi gördükleri bu kişiden hoşnut olduklarını, ona hayranlık duyduklarını belirtmişlerdi. Daha sonra Hellenistik monarşilerde karşımıza çok gelişmiş bir şekilde çıkacak ve daha da sonrasında Roma’ya “imparator kültü” olarak geçecek olan “hükümdar kültü”nün Hellenler arasındaki ilk ayak sesleri böyle duyulmuştu. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 3)
İskender’in Ardılları (‘Diadokhos’lar) Arasında Anadolu (M.Ö. 323-281):
İskender’in kurduğu imparatorluğun hızla parçalanmasına fiilen neden olan şey elbette kendisinin ölümü olmuştur ama, onun ölümünden I. Seleukos’un M.Ö. 281 yılında öldürülmesine kadar bir yeniden birleştirme, parçaları yapıştırma hayali de vardı. İskender’in ardıllarını karşı karşıya getiren çatışmalarda Anadolu birinci derecede önem taşıyan bir ülkeydi. İçinde Anadolu’nun bir dama taşından fazla önem taşımadığı bir siyasi tarihin ayrıntılarına girmeksizin, birkaç belirleyici olayı hatırlatmak ve, ondan da çok, bu görünürdeki karışıklıkta bize yol gösterecek bir ana çizgiyi bulmaya çalışmak yerinde olur.
Her şeyden önce, Anadolu üzerinde birbiri arkası sıra egemen olmuş iki kişinin, yani M.Ö. 323-301 yıllarında “Tekgöz” Antigonos’un (Monophtalmos) ve 301-281 arasında Lysimakhos’un adlarını belirtmeliyiz. Fakat, bunların her ikisinin de karşıtları vardı ve, ondan da önemlisi, ne biri ne de öteki Anadolu’ya egemen olmayı başlı başına bir amaç olarak görmemişti. Onlar için, Anadolu’ya egemen olmak, bütünün, yani “İskender İmparatorluğu” dediğimiz şeyin yeniden ele geçirilmesi için bir araçtan başka bir şey değildi. Bu iki kişi ve bütün karşıtları Anadolu’nun sanki bir maymuncuk gibi bir rol oynadığını çok iyi anlamışlardı. Ve birbirlerinin ellerindekini sürekli olarak kemirmeye çalışmaları da bundandı.
İkinci olarak şunu belirtmeliyiz: Hiç kimse, bir kişi dışında hiç kimse, yarıda kalmış fetihleri sürdürmeyi tasa etmiyordu. Vakıa, Antigonos Phrygia’yı etkili bir biçimde Kappadokia’lılara karşı korumuştu, ama M.Ö. 323 yılından sonra ne Bithynia, ne Paphlagonia, ne Pontos, ne de Kappadokia’yı fethetmeye çalışmıştı. Aslında, Paphlagonia ve Kappadokia, İskender’in yakını bir Hellen olan Kardia’lı Eumenes’e emanet edilmişti. Bu kütüphane adamına o fethedilmemiş topraklar, Kappadokia’lı Ariarathos’un elinden çekip alma görevi yüklenerek mahsus verilmişti. Herkes onun bu işi başaramamasını umuyordu!
Ne var ki, tüm beklentilerin tersine, Eumenes, M.Ö. 322 yılında, Kızılırmak’ın (Halys) ötesinde çatışmaya girdi ve bunu başarıyla sonuçlandırdı. Bu nedenle de daha 321 de Triparadisos’un (Fenike) paylaşılması sırasında onu yalnızca yeni paylaşmanın dışında tutmakla kalmadılar, aynı zamanda ortak düşman ilan ettiler. İyi yürüttüğü çarpışmalara, gerçek başarılara karşın, sonunda Suriye’ye, oradan da İran’a kaçmak zorunda kaldı ve M.Ö. 316 yılında öldürüldü. Artık Antigonos Anadolu'nun tek efendisi olarak kalmıştı ama, Eumenes’in fethettiği yerleri yeniden eline geçirmeye bir çaba da göstermedi. İskender’in fethini genişletme amacıyla yapılmış tek girişim de böylece havaya gitmiş oldu.
Üçüncü olarak üzerinde durulacak şey, M.Ö. 323 yılında Lykia’dan Pamphylia’ya uzanan bir Büyük Phrygia’nın satraplığına getirilen ve bu görevi M.Ö. 321’deki Triparadisos paylaşmasında pekiştirilen Antigonos’un üstünlüğünü karşıtlarının sürekli olarak sağdan soldan baltalamış olmalarıdır. Bunlar içinde açık farkla en etkin olanı yine İskender’in generallerinden biri olan, Lagos oğlu Ptolemaios idi. Onun Karia’da (M.Ö. 315–312’ye doğru Iasos), Lykia’da (M.Ö. 309’a doğru Limyra), Anadolu’nun güney kıyısında ve adalarda her biri birer köprü başı oluşturacak ittifaklar kurması, ileride güçlü biçimde kendini duyuracak olan, Mısır’daki Lagos Oğulları Hanedanı’nın başlangıcı oldu. Antigonos Monophtalmos’un Anadolu üzerindeki yetkesini sağlamlaştıran M.Ö. 311 barışı da, onun Anadolu’daki topraklarının kemirilmesine son veremedi. Öte yandan, 311 barışıyla saf dışı edilmiş olan Seleukos da rahat durmuyor, Miletos gibi birkaç büyük siteyle çok yakın ilişkilere giriyordu.
“Tekgöz” Antigonos’un M.Ö. 301 yılında Ipsos Muharebesi’nde ortadan yokolması, toprakların tümünün yeniden dağılımına yol açtı. Lysimakhos’a Antigonos’un birer Lagos mülkü olan Lykia, Karia ve Pamphylia dışında kalan tüm toprakları ile Pleistarkhos’a emanet edilmiş bir Kilikia devleti düştü. Fakat Ptolemaios’un ve Seleukos’un varlık gösterme politikaları hiç kesilmedi. Elle tutulur sonuçların ne olduğu bilinmiyorsa da, bir diplomatik etkinlik olduğunu hep seziyoruz.
Nihayet, bütün bu dönemde, Hellenler’in ‘Diadokhos’lar arasındaki rekabetten kârlı çıkmadıkları, daha çok kurban konumunda oldukları anlaşılmaktadır. İskender’in ölümünden yararlanıp Makedonya garnizonunu kovan ve tam bir bağımsızlık elde eden Rodos’un dışında bütün öteki ‘polis’ler onun bunun çıkarlarına, dolaplarına göre sağa sola savrulup durmuşlardır. Elbette bazen taraflar arasındaki sürtüşmelerde düşmanlık göstermedikleri için ufak tefek bir şeyler elde ettikleri de olmuştur. Fakat çoğu zaman savaş çabalarına katılmak, surlarını kaldırmak ya da orduların geçmesine razı olmak gibi durumlarla karşılaşmışlardır. Antigonos’un M.Ö. 315 yılında Tyros’ta Hellenler’e özgürlük verdiğini ilan etmesine karşın, bu özgürlüğün hiçbir zaman onu ilan edenin egemenliği altındaki ‘polis’lerde uygulanmadığı açıktır. Antigonos, özgürlüğü hiçe sayarak içişlerine karışır, ‘polis’leri kaldırır ya da bazılarını birbirleriyle birleştirirdi (Teos ile Lebedos arasındaki birleşme [synoikismos] gibi). Lysimakhos daha da haşin davranmış, parayla kendine bağladığı tiranlar (Ilion’da, Priene’de) yerleştirmiştir. Bunun sonucu olarak uzun ve yıpratıcı savaşlar çıkmıştır. Lysimakhos’un koruduğu tiran Hieron’a karşı Priene demokratlarını destekleyen Ephesos M.Ö. 300-297 yıllarına doğru çok büyük parasal zararlara uğramıştır. Borçlar için bir moratoryum ilan edilmesi, borç faizi tavanının (%8,33) önceye etkili olarak saptanması, site hakkı satışının getirilmesi, bu zararların bir kanıtıdır. Hellen ‘polis’leri, zenginlikleri ve askeri güçleri kendilerininkiyle karşılaştırılamayacak derecede büyük olan Hellenistik krallıklarla karşı karşıya gelmeyi büyük güçlükler pahasına öğrenmiş ve özgür ve özerk devlet statülerini her ne olursa olsun yitirmemek ya da yeniden elde etmek için çaba harcamışlardır. Aralarından bazıları bunu başarmış, böylece ötekilerin umut beslemelerine de yol açmışlardır. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 4)
KIEPERT - Anadolu. |
Lysimakhos’un Lydia’daki Kurupedion’da (Hellence: Koúrou pedíon [Κούρου πεδίον]) M.Ö. 281 yılı başlarında bozguna uğraması, herhalde rahat nefes aldırtmış olmalıydı. Bu bozgun, Anadolu’yu, bütün karşıtlarının ölmesinden sonra imparatorluğu yeniden birleştirme işini hemen hemen başarmak üzere olan I. Seleukos’un (Nikator) eline teslim ediyordu. Fakat, Avrupa topraklarına geçen Seleukos da 281 yılında öldürüldü. Anadolu şimdi kimin olacaktı? Seleukos’u öldüren, yeni Makedonya kralı Ptolemaios Keraunos’un mu, yoksa Seleukos’un uzaklarda, bugünkü Afganistan’daki Baktra’da hüküm süren oğlunun mu? Yeni bir belirsizlik dönemi başlıyordu.
PARÇALANAN ANADOLU (M.Ö 281-188)
I. Seleukos’un ölümüyle Apameia Barışı (M.Ö. 188) arasında geçen yüz yıla yakın zaman, çeşitli devletlerin siyasi, askeri ve diplomatik tarihleri o sırada çözülmesi güç bir yumak halinde birbirlerine karıştığı için, ilk bakışta, kolay sentezi yapılabilir bir dönem gibi görünmez. Halbuki, işin esasına inilirse, beş tane birincil eksen ortaya konabilir. Bu bölgelerin tarihi bu dönemde bu beş eksenin çevresinde döner:
Birinci Eksen:
Her ne kadar Seleukoslar’ın gücü, resmî olarak, İskender’in Çanakkale Boğazı’ndan Kilikia’ya kadar fethettiği tüm topraklar üzerinde egemen idiyse de, gerçekte, bütün güney bölgesinde Mısır’daki Lagos Oğulları’nın (Ptolemaios Oğulları da denilir), bir de onlardan daha az olmak üzere Rodos’un güçlü bir karşıtlığıyla karşı karşıyaydı. Geçici birtakım zaaflar bir tarafa bırakılırsa, sözünü ettiğim bu yüzyıl boyunca, Suriye merkezli (Antiokhia / Antakya) Seleukos Oğulları’nın Batı Anadolu üzerindeki egemenlikleri güçlü ve oldukça kararlı olmuştur. Söz konusu zaaflar dış saldırılardan daha çok hanedanın içinden ileri gelen şeylerdi.
İkinci Eksen:
Bununla birlikte, daha M.Ö. 282/281 yılında Pergamon (bugünkü Bergama) çevresinde bir prensliğin doğuşu ortaya hızla yeni bir devlet koymuştur. Bu devletin varlığı hiçbir zaman tartışma konusu edilmemişse de, topraklarının yüzölçümü, daima, Seleukoslar’ın gücüne göre büyüyüp küçülmüştür. Anadolu’ya dışarıdan gelen istilacı Galatlar’a karşı yürüttüğü etkin bir direnme politikası, Pergamon’daki Attalos Oğulları Hanedanı’na bölgedeki sitelerin gözünde kesin bir saygınlık kazandırmıştır.
Üçüncü Eksen:
Çünkü Galatlar’ın Anadolu’da ortaya çıkışı büyük yıkımlar getirmiş, on yıllar boyunca Anadolu’da bir karışıklık, bir kaos etkeni oluşturmuştur. Nihayet doğuya, Anadolu’nun içine doğru itilen Galatlar, Orta Anadolu’da yeni bir güç meydana getirdiler. Bu yeni güç, uzun süre devlet olarak pek örgütlenmiş olmadığından, denetim altına da alınamıyordu. Hiç değilse M.Ö. 2. yüzyılın ortasına kadar durum böyleydi.
Dördüncü Eksen:
İskender’in imparatorluğunun parçalanması sonucu ortaya çıkan dört büyük hanedan – Suriye merkezli Seleukos Oğulları, Batı Anadolu merkezli Attalos Oğulları, Mısır merkezli Lagos ya da Ptolemaios Oğulları ve Makedonya merkezli Antigonos Oğulları – birbirlerini paralayıp Batı Anadolu için çekişirken, Bithynia’da, Paphlagonia’da, Pontos’ta ve Kappadokia’da fethedilmemiş eski Pers satraplıklarından Helenleşmiş birtakım yerli devletler çıkmaktaydı. Bu devletlerin başlangıçları konusunda çok açık bilgiler olmamakla birlikte, bu yeni krallıkların politik gerçekliği, bunlar Anadolu’yu harap eden çatışmalara doğrudan karışınca kısa sürede belirginlik kazandı.
Beşinci Eksen:
Sonunda, M.Ö. 210-200 yılları arasında yerine oturan denge, bu arada Batı Akdeniz dünyası üzerindeki egemenliğini sağlayarak yüzünü Doğu Akdeniz’deki Hellenistik devletler dünyasına çevirmiş olan Roma’nın Anadolu’da ortaya çıkışıyla yeniden bozuldu. Çünkü M.Ö. 189 yılında Sipylos Dağı (Spil Dağı, Manisa) yakınındaki Magnesia’da (Manisa) Seleukos kralı III. Antiokhos’u yenen Roma, Batı Anadolu’yu müttefikleri arasında paylaştırmaya girişmişti. Önce Lagos Oğulları ve Antigonos Oğulları, sonra da Seleukos Oğulları’nın saf dışı bırakılması, artık merkezi Anadolu’da olan güçlerin eline tümden geçmiş olan bölgenin siyasi tarihinde bir dönüm noktası oluşturdu.
Burada Anadolu’nun M.Ö. 3. yüzyıldaki politik ve askeri tarihini tümüyle, kesintisiz anlatmaya kalkmak herhalde sıkıcı bir şey olurdu. Bu nedenle, yalnızca, bölgede iş başında olan belli başlı güçlerin neler olduğunu belirterek büyük dönüm noktalarını saptamakla yetineceğim. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 5)
Seleukoslar’ın Anadolusu (M.Ö. 281–188):
I. Seleukos’un M.Ö. 281 yılındaki ölümü Anadolu üzerindeki Seleukos egemenliğini tehlikeye düşürebilirdi. Zorluklara karşın, I. Antiokhos Ege’den Anadolu’nun ortasına kadar olan yerde iktidarını güven altına almayı başardı. Gerçekten de, Seleukos Oğulları M.Ö. 281’den 188’e kadar, Anadolu’da hakim güç olarak karşımıza çıkarlar. Fakat Anadolu Selukoslar Krallığı’nın önemli kesimini oluşturmaz ve oradaki yetkeleri de yekpare değildir, başkalarıyla paylaşılmaktadır. Bu durum, birinci derecede önem taşıyan birtakım sonuçlar vermiştir.
Bir yandan, Seleukoslar’ın Anadolusu, coğrafi ağırlık noktası Mezopotamya’da, politik yüreği Suriye’de olan çok büyük bir krallığın batı ucundan başka bir şey değildi. Anadolu’da Hellenler’i ilgilendiren meselelere vermek istedikleri öncelik ne olursa olsun, Seleukoslar hep İran meseleleriyle uğraşıyorlardı. Çünkü M.Ö. 3. yüzyılın ortalarından beri, M.Ö. 225’te İran’da kurulacak ve M.S. 225’e kadar 450 yıl yaşayacak olan devletin sahipleri Partlar’la ilgili sorunlar vardı. Öte yandan Suriye ve Filistin’i fethetmek ya da yeniden fethetmek için Mısır’daki Lagos (Ptolemaios) Oğulları’yla savaş durumundaydılar. Bu durumlar, Seleukoslar’ın batıda, yani Anadolu’da neden bazen hareketsiz kaldıklarını ya da çok ağır hareket ettiklerini açıklar.
Öte yandan, Seleukos Oğulları’nın Anadolusu, ülkenin ancak bir bölümünü, yani Marmara Denizi’nden Kilikia’ya kadar olan bölümü kaplıyordu ve, bir iki yer dışında, Kuzey Anadolu, Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’ya güçleri yetmiyordu. Pek çok fetih ya da yeniden fetih girişimi olmuşsa da, bunların hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı, M.Ö. 281 ve 280 yıllarında Pontos Herakleia’sına (Karadeniz Ereğlisi) yapılan Seleukos seferleri gibi… Seleukos Oğulları kısa sürede fetihten vaz geçip Doğu Anadolu’nun yerli hanedanlarıyla anlaşmalar yapma politikasını benimsediler. Bu anlaşmaların bazen evliliklerle pekiştirildiği de oluyordu.
Seleukos Oğulları Anadolu’da kendilerine ait olan Hellenik alanda bile, Pergamon merkezli Attalos Oğulları ve Mısır merkezli Lagos (Ptolemaios) Oğulları karşısında yetkelerini, ancak Hellen ‘polis’leriyle yumuşak, esnek bir diplomasi yürüterek sağlamak zorundaydılar. Seleukos kralları tarafından Hellen kentlerine ilişkin olarak çıkarılmış pek çok kararname, kentlere hoş görünmek için pek çok şey yaptıklarına (tapınaklara hediye vermeler, görkemli binaları finanse etmeler, buğday, kereste, yapı malzemesi bağışlamalar); aynı zamanda, baskı altında bulunan birçok kente verilmiş görece bir özgürlüğe tanıktır. Krallar Anadolu’da Hellen kentleri üzerindeki politik yetkelerini güçlendirmeyi ve yaygın kentler ağıyla aralarındaki iyi ilişkileri yürütmeyi, bölgedeki Ionia Birliği (Panionion) gibi geleneksel birlikler aracılığıyla başarmışlardır. Panionion’un kral onuruna bir şenlik yapılmasını yasallaştıran ve Ionia’lıların krala bağlılığını bir kez daha dile getiren kararnamesi bunun kanıtlarından biridir.
Seleukoslar’ın Anadolusu’nun idari ve askeri örgütlenmesi, elde yeter sayıda ve yeter zamana yayılmş belge olmadığından, pek iyi bilinmiyor. M.Ö. 3. yüzyılın sonunda, III. Antiokhos döneminde (M.Ö. 222 – 187) Sardes kentinin tüm Anadolu için krallık başkenti olduğu anlaşılıyor. O tarihlerde orada, ülkenin tümü üzerinde yetkesi bulunan, kralın tam güvenine sahip Zeuksis adında bir “vali” bulunuyordu. Bu kişinin unvanı, her ne kadar antik tarihçi Polybios “Lydia Satrabı” diye söz etse de, yönetimindeki bölge hakkında sağlıklı bilgi vermemektedir. Zaten Polybios’u doğrulayan bir resmi belge de (yazıt) yoktur. Bu “vali”nin mali işlerde gelirlere bakan bir yardımcısı vardı. Bir yandan da ‘dioiketes’ler ve ‘oikonomos’lar çeşitli idari bölümlerde kralın ve aile üyelerinin mallarının yönetimine göz kulak olurlardı. Aynı Persler zamanında olduğu gibi, bölgenin tümüne yayılmış bir garnizonlar ağı vardı. Bu garnizonlar Hellen ‘polis’leri içinde olabildiği gibi, askeri kolonilerde ya da Seleukoslar’ın yaptığı tabyalarda da konuşlanabilirdi. Ayrıca Sardes’in kendi garnizonu da vardı. M.Ö. 3. yüzyıl başlarında varlığı saptanmış ve Troas’taki (Çanakkale bölgesi) bir deniz üssünün komutanına bağlı olduğu bilinen bir donanma, Ege ve Marmara denizlerinde etkinlik gösteriyordu.
Bu durum, zamanla değişmiş olabilir; Zeuksis’in ardıllarının onunki kadar kapsamlı bir yetkeye sahip olup olmadıklarını bilmiyoruz. Zeuksis’in “kralın akrabası” diye tanımlanması ve yirmi beş yıl boyunca görevde kalması, onun konumunun alışılmamış niteliğini belli eder. Anlaşılan o’dur ki, başka koşullarda daha sınırlı bir toprak parçası üzerinde yetkesi bulunan kişiler Zeuksis’ten boşalan yere gelmişlerdir. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 6)
M.Ö. 3. yüzyıl içinde Seleukos Oğulları’nın Anadolusu üç kez tahttaki krala karşı ayrılma çekişmelerine girmiştir:
M.Ö. 246 yılında II. Antiokhos tahtı ikinci karısı Lagos ailesinden Berenis’ten olma oğluna bırakarak ölünce ilk karısı Laodis’ten olma oğlu Seleukos da (II.) Ephesos’ta kendini kral ilan edip krallığının topraklarını yeniden fethe girişti. Suriye’nin kuzeyinin III. Ptolemaios’un işgali altında bulunmasına karşın, bu kriz çabuk çözümlendi. Çünkü Berenis ve oğlu Lagos Oğulları’nın ordusu yetişmeden Antiokhia’da (Antakya) öldürüldüler. Fakat, kararlı bir aday çıkıp da tahtta hak iddia ederse, Anadolu’nun sağlam bir dayanak noktası olacağı bu veraset kriziyle belli olmuş oldu.
İşin faturası önce II. Seleukos’a çıktı. Daha M.Ö. 241’de (belki de daha önce) kardeşi Antiokhos Hieraks, Seleukos iktidarını zayıflatma fırsatının üzerine atlayan bütün yerli hanedanların yardımıyla, ağabeyine karşı ayaklandı. Böylelikle başlayan bu kardeş kavgasının ayrıntıları hakkında fazla bir şey bilmiyoruz. Çünkü söz konusu savaş, M.Ö. 3. yüzyılın en karanlık on yılı içinde yer almıştır. Ne var ki, II. Seleukos’un işin ucunu bırakıp İran’a kaçtığı, orada Partlar’ın istilasına karşı koyduğu bilinir. Bunun üzerine Pergamonlu (Bergama) Attalos, birçok siteyi, yani ‘polis’i hırpalayan Antiokhos Hieraks’a savaş açıp (M.Ö. 237-227) onu kaçmaya zorlamıştır. Hieraks kısa süre sonra (M.Ö. 226 yılından önce) öldürüldüğünde tüm Anadolu Pergamon krallarının eline geçmişti! Antiokhia krallarının yetkesini yeniden kurabilmek için M.Ö. 226-220 yılları arasında sistemli bir yeniden fetih hareketinin yürütülmesi gerekti. Bu hareketin başında önce III. Seleukos, daha sonra Akhaios bulunmuştur.
Fakat M.Ö. 220 yılında, Seleukos Anadolusu’nun yeni efendisi Akhaios kendini kral ilan etmeye kalktı. Ama, bu sefer de III. Antiokhos bu yeni taht hırsızını etkisiz duruma getirmek için çetin bir çatışmaya girdi. Çatışma en çok M.Ö. 216–213 yılları arasında Lydia’da ve zorlu geçti.
Böylece, Seleukos Anadolusu’nun önemli bir bölümü, M.Ö. 241-213 yılları arasında, ya hakkı olmadan tahta fiilen el koymuş bir kimsenin (Hieraks, Akhaios) ya da Seleukos Oğulları’nın karşıtı olduklarını açık açık söyleyen düşmanların (Pergamonlu I. Attalos) elinde kalmış oluyordu. Bu zayıflamada herhalde Lagos Oğulları’nın ve Makedonyalı Antigonos Oğulları’nın yeniden kabarmış iştahlarının da rolü olmuş olsa gerek. Ne var ki, bu zayıflamaların da etkisini abartmamalıyız. Her şey gösteriyor ki, III. Antiokhos, M.Ö. 213 yılından sonra Anadolu’nun yarısından fazlasını elinde sıkıca tutmaktaydı ve savunma durumunda olanlar, daha çok Pergamonlular’dı. Üstelik, III. Antiokhos M.Ö. 198-197 yıllarında Lagos Oğulları’nın elindeki yerleri sistemli olarak yeniden ele geçirmeye girişmiş ve bunu yaparken de hiç kimseden etkin bir karşı davranışla karşılaşmamıştır.
III. Antiokhos inatla ve düzenli biçimde bütün Anadolu’yu ele geçirmeye girişmiş, M.Ö. 196 sonunda da bu iş hemen hemen olup bitmişti. Fakat bu seferin devamı niteliğindeki Avrupa seferinde başarısızlığa uğrayıp, bir de M.Ö. 189 yılında Magnesia’da Romalılar ve Pergamonlular’a yenilince Sardes’te önce bir ateşkes (189 yılı), sonra da Apameia’da bir barış andlaşması (188) imzalamak zorunda kaldı. Bu barıştan toprak açısından galip çıkan Pergamon Krallığı oldu. Toroslar’ın kuzeyinde Seleukoslar’a ait olan bütün Anadolu toprakları, Karia’nın bir bölümü ve Lykia dışında, Pergamon Krallığı’na veriliyordu. Bu da Pergamonlular’a deniz yolunun açılması demekti. Seleukoslar ise Toroslar’ın gerisine itilmişler ve Anadolu’yu kaybetmişlerdi. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 7)
M.Ö. 188'deki Apameia Andlaşması'ndan sonra Anadolu'daki durum. |
Pergamon Krallığı’nın Doğuşu ve Gelişmesi:
Pergamon’un (bugünkü Bergama) bulunduğu yerdeki tahkimat, M.Ö. 3. yüzyılın başlarında ne bir Hellen ‘polis’iydi, ne de bir kent! Bu iyi savunulan akropolün üzerine Lysimakhos, hazinesinin bir bölümünü koymuş ve Philetairos diye birine emanet etmişti. Bu adam hakkındaki tutumları pek de olumlu olmayan modern tarihçiler, onun Paphlagonia’lı bir hadım olduğunu yazagelmişlerdir. Gerçekte, herhalde yalnızca annesi Paphlagonia’lıydı, fakat babası Makedon’du. Adının hadıma çıkmış olması çocuğu olmamasından ve Pers geleneklerince hazinelerin hadımlara emanet edilmesinden ötürü olmalı.
M.Ö. 281 yılının olayları sırasında Philetairos, I. Seleukos’un tarafına geçti. Bunun nedenleri kişiseldi. Özellikle Lysimakhos’un karısı Kraliçe Arsinoe’nin kendisine karşı kininden ötürü böyle davranmış olmalı. Seleukos’un öldürülmesinden sonra, Philetairos ihtiyatlı bir tutum benimsedi. Fakat Anadolu’nun ve Hellas’ın (Yunanistan) Hellen ‘polis’leri (örneğin, Thespies, Delphoi, Delos) için çok etkin bir ‘euergetes’lik (‘euergesia’ / hayırhahlık) politikası güdüyordu. Bu politikası onu ileride kral olabilecek bir kimse gibi gösteriyordu. Örneğin, Pitane ‘polis’ine Adramytteion (Edremit) körfezinde I. Antiokhos’tan toprak satın alabilmesi için yardımda bulunuyor, yarışmalar/şenlikler (‘agon’lar) finanse ediyor, Kyzikos (bugünkü Balız, Erdek yakınlarında) için savaş atları satın alıyor, Aigai için bir Apollon Khresterios tapınağı yaptırıyor, komşu ‘polis’leri Galatlar’ın ilk saldırılarına karşı koruyor ve benzeri şeyler yapıyordu. Buna karşı Seleukos Kralı I. Antiokhos’un ne karşısında, ne de yanında görülüyordu. Kendisinin Pergamon’daki küçük malikanesini korumakla ve ‘soter’ (koruyucu/kurtarıcı) ve ‘euergetes’ (hayırhah) namına halel getirmemeye çalışmakla yetiniyordu. M.Ö. 263 yılında öldüğünde, elindeki topraklar Kaikos (Bakırçay) Vadisi’ni kaplıyorsa da, ne denize kadar (Pitane elinde değildi), ne de bir Seleukos kalesinin bulunduğu yüksek Nakrasa Vadisi’ne (bugün İlyaslar Köyü’nün bulunduğu yer) uzanıyordu. Prensliği minicikti ama, fethedilemez bir hisara, deneyimli bir orduya ve sağlam bir savaş hazinesine dayanıyordu.
Philetairos’un yeğeni I. Eumenes (M.Ö. 262-241) daha 262 yılında prensliği yeniden eline geçirmek isteyen Seleukos Kralı I. Antiokhos’a karşı çarpışmak zorunda kaldı. Sardes’te ona karşı kazandığı zaferden sonra da tam bağımsız olduğunu ilan etti. O tarihte Pergamon sikkelerinin üzerinden Seleukos’un başı kayboldu, onun yerini Philetairos’unki aldı. Bu tarih, aynı zamanda Pergamonlular’ın Ida’ya (Kaz Dağı) kadar kuzeye, denize, Gryneion ve Elaia deniz üslerine ve Kaikos’un (Bakırçay) kaynağına doğru yayılmalarının da başlangcıdır.
I. Eumenes’in krallığının ayrıntılarını bilmiyoruz. Ama, hem çok saldırgan olan Seleukos Kralı II. Antiokhos’un akınlarına, hem de her zaman tehlike oluşturan Galatlar’ın saldırılarına direnmek zorunda kaldığı anlaşılıyor. Antiokhos’a karşı kazandığı başarıların mülkünü büyütmek olanağını verdiğine de şüphe yoktur. Buna karşı, Galatlar’dan ancak onlara haraç ödeyerek kurtulmuştur. Herhalde, I. Eumenes’in M.Ö. 241 yılındaki ölümünde Pergamon Devleti’nin belli başlı zayıflığı buydu.
Eumenes’in kuzen çocuğu I. Attalos (M.Ö. 241-197) uygun koşullar sayesinde çok daha güçlü bir politika yürütecektir. Bir yandan Galatlar’a haraç ödemeyi kesti ve M.Ö. 240 ya da 239 yılında onları Kaikos (Bakırçay) Vadisi’nde ezdi. Bu zaferin Anadolu’daki yankıları ise çok büyük ve derin oldu. Artık o tarihten sonra yerine iyice yerleşen I. Attalos ‘basileus’ (kral) sanını da aldı ve kendisine ‘soter’ (kurtarıcı) denilmeye başladı. Bununla beraber Galatlar tam olarak yola gelmiş olmaktan çok uzaktılar.
Öte yandan, I. Attalos Seleukos Oğulları’nın iç çatışmalarından yararlanıp bunların mülkünü kıyısından köşesinden kemiriyordu. Diplomasisi pek açık seçik değilse de, II. Seleukos’un Ankyra’da (Ankara) yenilmesini bekleyip ondan sonra - daha önce sözünü ettiğimiz - Hieraks’a saldırdı. Hieraks ise Galatlar’la ittifak yapıp halkın sevgisini yitiriyordu. Savaş uzun sürdü, belirsizdi. Belki Pergamon surlarının dibinde bile çarpışmalar olmuş olabilir. Fakat sonunda Attalos kazandı. M.Ö. 228 yılı ilkbaharında önce Koloe Gölü (Marmara Gölü) yakınlarında, sonra da Maiandros (Menderes) Vadisi’nde zafere ulaştı. Böylece I. Attalos, Seleukos Oğulları’nın Anadolusu’na bilfiil el koymuş oluyordu.
III. Seleukos’un M.Ö. 226 yılındaki, ondan da çok – yine daha önce sözünü ettiğimiz – Akhaios’un M.Ö. 223 yılındaki karşı saldırıları yeni Pergamon Krallığı’nı tehlikeli bir duruma sokmuştur. Çünkü Akhaios yalnızca M.Ö. 246 yılında Seleukoslar’ın elinde olanı geri almakla kalmadı, aynı zamanda Pergamon Krallığı’nın büyük bölümünü de eline geçirdi. M.Ö. 220 yılında Attalos’un denetiminde sadece Pergamon, Troas’ın (Çanakkale Bölgesi) birkaç ‘polis’i ve Smyrna (İzmir) kalmıştı. Ancak Akhaios’un Selekoslar’a hıyaneti ve sonunda ortadan kaldırılması çok gösterişli bir değişiklik getirdi:
Galatlar’la ittifak yapan Attalos, M.Ö. 218 yılında krallığını kurtarmaya başladı ve Myrina (İzmir'in Aliağa ilçesi sınırlarındaki Myrina Antik Kenti), Phokaia (Foça), Teos (Sığacık) ve Kolophon (Değirmendere) gibi yerleri yavaş yavaş geri aldı. M.Ö. 1 Eylül 218 tarihli güneş tutulması gününde ülkenin iç kesiminde savaşta olduğu bilinir. Aynı yılın sonunda bölgenin tüm kuzeydoğu kesimine yeniden egemen olmuştu. Seleukos Kralı III. Antiokhos’un M.Ö. 213 yılında Akhaios’u yenmesi de Attalos’a bir zarar vermedi. Çünkü o sırada III. Antiokhos doğuya büyük bir sefer hazırlıyordu.
Bu dönemde I. Attalos Avrupa’da da etkin bir politika izlemeye başladı ve bu politika onu önce Makedonia Kralı V. Philippos’la karşı karşıya getirdi ve Romalılar’la fiilen aynı safa soktu, sonra da açıkça Romalılar’ın müttefiki yaptı. Ayrıntıların burada önemi yok ama, şunu belirtmek gerekir ki, Pergamon Krallığı da Anadolu’da savaşların dışında kal(a)mamıştır. Bithynialılar, Makedonlar, Seleukos Oğulları, hepsi Pergamonlular’a karşı savaşmışlardır. I. Attalos M.Ö. 197 yılı sonbaharında öldüğünde, krallığı yeniden tehdit altındaydı.
Tehdit ciddiydi. Çünkü Seleukos Kralı III. Antiokhos, M.Ö. 212-205 arasındaki Baktria ve Hindistan’a yaptığı ‘anabasis’ (yukarıya doğru yürüme anlamındaki bu sözcük İskender’in Asya Seferi’nin tanımlanmasında da kullanılmıştı. Ondan da sonra III. Antiokhos’un onu taklit ederek Baktria ve Hindistan’a yaptığı sefere de ad olarak verilmiştir) ve M.Ö. 200-198 arasındaki Koile Syria’nın fethi başarılarının yarattığı etki daha canlıyken inatla ve düzenli biçimde bütün Anadolu’yu ele geçirmeye girişmişti. Daha önce de belirttiğimiz gibi, M.Ö. 196 sonunda bu iş hemen hemen olup bitmişti. Fakat Avrupa seferinde başarısızlığa uğrayıp bir de M.Ö. 189 yılında Magnesia’da Romalılar ve Pergamonlular’a yenilince önce Sardes’te bir silah bırakma (M.Ö. 189), sonra da Apameia’da bir barış andlaşması (188) imzalamak zorunda kaldı. Yine daha önce dediğimiz gibi, bu barıştan toprak açısından galip çıkan Pergamon Krallığı oldu. Çünkü Toroslar’n kuzeyinde Seleukoslar’a ait olan bütün Anadolu toprakları, Karia’nın bir bölümü ve Lykia dışında, Pergamon Krallığı’na veriliyordu. Ve bu, aynı zamanda, Pergamonlular’a deniz yolunun açılması anlamına da geliyordu. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 8)
M.Ö. 188'de Anadolu |
Anadolu ve Çevredeki Diğer Hellenistik Devletler:
Seleukos Oğulları’na karşı Anadolu’da kafa tutan tek güç Pergamon’du. Fakat Pontos Herakleia’sı (Karadeniz Ereğlisi) gibi, Rodos gibi site-devletler Anadolu’nun bir bölümü üzerinde yetkelerini koruyabiliyorlardı; ayrıca, merkezi Anadolu dışında bulunan başka Hellenistik devletler de az çok kalıcı biçimde Anadolu’da yaşam sürebiliyorlardı.
Pontos Herakleia’sı (Herakleia Pontike) ve Kuzey Birliği
M.Ö. 4. yüzyılın başından beri tiranların elinde bulunan zengin Pontos Herakleia’sı M.Ö. 338 yılında tiran Dionysios’un elindeydi. Bu adam, Pers prensesi Amastris’le evliliği nedeniyle aşağı yukarı ‘Diadokhos’lar (İskender’in Ardılları) kervanına katılmış birisiydi. M.Ö. 306-305’teki ölümünden sonra Amastris Lysimakhos’la evlendi. Lysimakhos neredeyse bu yolla siteye el koyuyordu. Fakat kısa sürede Amastris’i boşayınca, iktidar Dionysios’un iki oğluna geçti. Bunlar II. Klearkhos ve kardeşi Oksyathres’ti. Lysimakhos bu iki kardeşi M.Ö. 289-288 de öldürttükten sonra, site belki kısa bir süre demokrasiyi yeniden tattı, o sürenin sonunda ise Lysimakhos siteyi yeni karısı Arsinoe’ye hediye etti; o da oraya tiran olarak Kyme’li Herakleides’i oturttu. Lysimakhos’un saf dışı kalmasından sonra Herakleia yeniden demokratik bir rejime kavuştu ve önce Bythynia Kralı Zipoites’in, sonra da Selevkos Oğulları’nın saldırılarına direnmek zorunda kaldı. Herakleia M.Ö. 280 yılında Bithynia'daki Kieros ve Tieion/Tios’u (Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi Filyos Beldesi) yeniden eline geçirerek topraklarını biraz daha büyütebildi. O zamandan sonra sitenin izlediği diplomatik yol, bölgenin çeşitli hâkimleriyle arasında bir dengeleme politikası ve, en güçlülerin saldırılarına karşı koymanın tek yolu olan, Byzantion (Eski İstanbul) gibi, Kalkhedon (Kadıköy) gibi komşu sitelerle ittifak politikası olmuştur. Böylece Herakleia, öyle pek baskıcı olmayan, fakat etkililiği de elden bırakmayan bu “Kuzey Birliği” içinde bağımsızlığını korumayı başarmıştır. Bithynia’lıların zaman zaman, yer yer başgösteriveren tehditlerine karşın, bu siteler – daha önce sözünü ettiğimiz - M.Ö. 188’deki Apameia Barışı’na kadar bağımsız olarak yaşamda kalabilmişlerdir. Barış imzalandığı sırada tümden bağımsız devletlerdi. Herakleia M.Ö. 188 yılındaki görüşmelere, barış pazarlıklarına da dahil edilmiş ve hemen sonra Roma ile bir ittifak andlaşması imzalamıştır.
Rodos
Rodos, - daha önce de söylediğimiz gibi - daha M.Ö. 323 yılında bir Makedon garnizonunu başından savabilmiş ve Demetrios’un M.Ö. 305/304’teki uzun bir kuşatmasına da başarıyla karşı koyabilmişti. Mısır’daki Lagos (Ptolemaios) Oğulları’yla hemen hemen sürekli olarak ittifak halinde bulunmasına karşın, denizdeki gücü sayesinde, Rodos da bağımsızlığını koruyabilmişti. Fakat Lagos Oğulları’yla arasındaki bu verimli anlaşma, Rodos’u yakınındaki ya da uzağındaki belli başlı devletlerle sıkı ilişkilere girmekten de alıkoymamıştır. Adada büyük yıkıma yol açan ve Rodoslular’ın yardım istemek zorunda kaldıkları deprem sırasında bu ilişkilerin olumlu sonuçları iyice görülmüştü. Hem Lagos Oğulları’ndan, hem Selevkos Oğulları’ndan, hem Makedonia’lı Antigonos Oğulları’ndan, hem Syrakousai’dan ve daha pek çok Hellen sitesinden yardım almışlardı. Rodos, ticaretini – Boğazlar’a egemen oldukları için - kısıtlayabilecek olan Bithynia krallarıyla iyi ilişkilerini de bozmazdı. Aynı şekilde, Pontos siteleriyle de, en çok da kendi ticareti için çok gerekli birer uğrak yeri olan Sinope (Sinop) ve Amisos (Samsun) ile iyi ilişkilerini sürdürürdü. Örneğin M.Ö. 220 yılında, Pontos Kralı II. Mithridates’in tehdidi altındaki Sinope’lilere, gerekli donanımı sağlayabilsinler diye, 140.000 drahmiyle üç tane askeri görevli göndermişlerdi. Bölgeden Lagos Oğulları’nın varlığı silinip gittikten sonra da, Rodos, Seleukos Kralı III. Antiokhos ile olan uyuşmazlıkta Roma’nın bir müttefiki olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de, M.Ö. 188’deki Apameia Barışı sırasında Rodos’a Anadolu anakarası üzerinde, Karia’da ve Lykia’da geniş topraklar verilmiş; böylece Rodos, Helenik Anadolu’da Pergamon’dan sonra ikinci önemli kara devleti sırasına yükselmiştir. (HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 9)
M.Ö. 188'deki Apamea Barışı'ndan sonra Rodos toprakları |
Lagos (Ptolemaios) Oğulları’nın Anadolu’daki Mülkleri:
Mısır merkezli Lagos Oğulları, ‘Diadokhos’ların (İskender’in Ardılları) birinden çıkıp da hiç değilse bir bölümüyle Ege’ye bulaşmamış bir krallığa sahip tek hanedandır. Bu eksikliklerini kapatmak için, kendilerine Anadolu’da güney kıyısı boyunca bir yer koparmaya çabalamışlardır. Bu işte kazançları yalnızca, çevresinde Hellenik dünyanın yüreğinin attığı o denize değil, aynı zamanda Mısır’da bulunmayan, örneğin kereste gibi, birtakım zenginlikler sağlayabilecek bir yola açılmak olacaktı.
Daha I. Ptolemaios Karia’ya (Iasos) ve Lykia’ya (Limyra) ayak basmıştı. Etkin bir diplomasiyle M.Ö. 294’e doğru Miletos’la kısa süreli ortaklıklar kurmuştu. Fakat, II. Ptolemaios’un Lagos askeri birliklerini Samos, Halikarnassos, Myndos, Kaunos ve - hemen M.Ö. 295’te ele geçirilmese de - Pamphylia, Lykia ve Batı Kilikia’ya yerleştirmesini sağlayan, herhalde, Seleukos Kralı II. Antiokhos’un tahta zor çıkışı olmuştur. M.Ö. 261-260’ta Ephesos ve Miletos’ta bir Ptolemaios görürüz. Bu adam, herhalde II. Ptolemaios’un veliahdıdıdr. Bu durum da, Lagos mülkünün Anadolu’da yeni bir genişlemesinin kanıtı sayılabilir.
Lagos Oğulları’nın Yukarı (Dağlık) Kilikia’da, Pamphylia’da ve Ionia’da M.Ö. 255 yılında hissedilir bir gerilemesi olduysa da bu, kısa sürmüştür. Daha M.Ö. 246-241 arasında, bunların Ephesos da (M.Ö. 197’ye kadar) dahil olmak üzere tüm kıyı boyunca ve Samos’ta (Sisam), Miletos’ta, Lebedos-Ptolemais’te varlığı yeniden pekiştirilmişti. Tümüyle Lagos etkisine boyun eğmiş olan Lykia’da, III. Ptolemaios, hanedan temsilcisi olarak Ptolemaios adında birini yerleştirdi. III. Ptolemaios bu adama başkent olarak Telmessos’u (Fethiye) verdi. Halbuki II. Ptolemaios, Telmessoslular’a hiçbir zaman böyle bir şey olmayacağını vaadetmişti.
Bununla birlikte, M.Ö. 203/202 yılı dolaylarında Seleukos Oğulları’yla Antigonos Oğulları arasında yapılan bir anlaşmadan sonra bu iki ortağın Anadolu’daki Lagos mülklerine karşı ayrı ayrı girişimleri Lagos Oğulları’nın hızla bölgeden silinmesi sonucunu doğurmuş ve Makedonyalı V. Philippos’un M.Ö. 201 yılında Anadolu’daki girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ama, buna karşı, Seleukos Kralı III. Antiokhos’un M.Ö. 197 yılında düzenli biçimde, bazı siteler direnseler de, - daha önce de sözünü ettiğimiz - bir yeniden fetih hareketine giriştiği görülüyor. Herhalde M.Ö. 188 yılındaki Apameia Barışı’ndan sonra, hiç kimse III. Antiokhos’un koparıp aldığını Lagos Oğulları’na geri vermeyi aklına getirmemiş, arta kalan döküntüler de Pergamon Kralı II. Eumenes’e ve Rodoslular’a gitmişti.
Makedonia’lı Antigonos Oğulları’nın Anadolu’daki Girişimleri:
Makedonia çoğunlukla kendini Boğazlar Bölgesi dışında Anadolu işlerinden uzak tutardı. Yine de, Makedonia kralları iki kez Karia’ya doğru sefer düzenlemişlerdi. M.Ö. 227’de III. Antigonos (Doson) tarafından yürütüldüğü kuvvetle tahmin edilen ve - antik yazarlar Polybos ve Pompeius Trogus tarafından olmak üzere - kaynaklarda iki kez sözü edilen ve yazıtlarla da doğrulanan bir seferin ne gerekçe ve hedefleri, ne de oluş biçimi konusunda bir şey bilmiyoruz. İstediği, belki, yalnızca, o ‘kardeş kavgası’ savaşının sonunda bölgede ortaya çıkmış karışıklıklardan yararlanmaktı. Antigonos’un kısa süren ve herhalde başarılı olmuş olan hareketi, onu o Alinda’daki (Karia) Olympikos gibi ufak prenslerle kalıcı ilişkilere girmeye itti. M.Ö. 240 yılına doğru II. Seleukos’un bir komutanı olarak ortaya çıkmış olan bu Olimpikos’tan Rodos depremi sırasında bağımsız bir dinast olarak söz edilir. Oysa, kısa sürede, Antigonos Doson’un, daha sonra da V. Philippos’un temsilcisi olarak hareket ettiği açıkça bellidir. Şu halde Antigonos Oğulları’nın Karia’nın bir bölümü üzerindeki mutlak egemenlikleri, ilk bakışta göründüğü kadar kısa süreli olmamıştır.
Makedonia’lı V. Philippos’un bu ilk Antigonos hükümranlığına dayanan seferi, Ionia’dan Lykia’ya kadar olan kesimde Seleukos Oğulları’nın ona bıraktıkları Lagos topraklarını eline geçirmeyi hedefliyordu. Philippos, Samos’u (Sisam) alamayınca ve Rodos ile müttefiklerinin yönettiği bir donanmayı da yenemeyince (Khios [Sakız] Muharebesi), Karia’ya çıktı. Orada donanmasını Bargylia’da tuttu. Karada kazandığı birkaç başarıya karşın, sefer pek acıklı bir biçimde son buldu. Anadolu üzerinde Antigonos Oğulları’nın egemenliği, M.Ö. 200 yılı yazında açılan, Roma ile Makedonia arasındaki III. Makedon Savaşı’ndan sonra artık yaşayamadı.
Anadolu’da Lagos ve Antigonos egemenliklerinin aynı zamanda çökmesi, onların arkasından Seleukoslar’ınkinin gelmesi, daha önce ortaya çıkmış olan dinastlara tam yetke sahibi olmakta meydanı boş bırakıyordu. Alinda’lı (Karia) Olympikos’tan söz etmiştik ama, antik tarihçi Polybios, ayrıca aynı bağlamda Lysanias ve Lymnaios’tan da söz eder. M.Ö. 2. yüzyılın başında Kibyra ya da Bubon tiranı Moagetes’in gücü ve Lykia, Karia ve Pisidia’da yol açtığı yıkımlar üzerine Romalı Manlius Vulso ve Araksalı Orthagoras’ın işe el attıkları bilinmektedir. Bu dinast geleneği Karia’da yeni bir şey değildi. Persler’in hiçbir zaman tümden ortadan kaldıramadığı Hekatomnos Oğulları Hanedanı’nda bile bulunurdu. ‘Diadokhos’lar zamanında Pleistarkhos’un ve sonra onun yerine geçen Eupolemos’un oynadıkları rolü düşünelim! Biraz daha sonra, Philomelos, Phrygia Philomelion’unu kurdu. Aynı şekilde, Lykia ve Karia’nın epeyce sitesinde tiranlar da ortaya çıktı.
Büyük krallıkların ortadan silinmesi sonucunda kentlerdeki iktidarların gözüpek maceracılar elinde unufak olması tehlikesi doğuyordu. Bunların her biri komşu siteler için karışıklık ve sürtüşme nedeni olabilirdi. Herhalde Roma III. Antiokhos’un bozgunundan ve Lagoslar’ın safdışı edilmelerinden bu sonucu çıkarmış olmalı ki, M.Ö. 188 yılında Anadolu’da işleri düzene sokmak zorunda kaldı.(HELLENİZM VE ROMA ÇAĞLARINDA ANADOLU – 10)
Yorumlar
Yorum Gönder